5 Şubat 2010 Cuma

Hadis-i Şerifler


Bismillahirrahmenirrahim

1."Cennetin bedeli,''La ilahe illallah' tır."

"Cennetin bir bedeli varmı?"diye sorulduğunda, Hz.Peygamber s.a.v Efendimiz bu hadis-i şerifte zikredilen cevabı vermişlerdir.

"La ilahe illallah :Allah' tan başka iah yoktur"sözü kelime-i tevhittir ve Müslümanlığın giriş kapısıdır. Bu sözle alemlerin mutlak hakiminin Allah olduğu , gerçek hükümranlığın sadece O' naait bulunduğu kabul edilmiş olur. Bu bakımdan kelime-i tevhit, Cenab-ı Hakk'a teslimiyet ve itaat sözüdür.Bu mübarek hadis-i şerif , ebedi mutluluk yurdu olan cennetin bedelinin işte bu teslimiyet ve itaat olduğunu bize bildirmiş oluyor.


2."Rahmetim gazabımı geçti"

Bu hadisi şerif bir kudsi hadistir. YAni mana bakımından Cenabı Hakk' a sözleri bakımından Hz.Peygamber s.a.v efendimize aittir.

Cenabı Hak hem rahmet hemde gazap sahibidir fakat rahmeti gazabından çok daha geniştir.zira O gafur ve rahimdir, kullarına çok merhametlidir. Rahmeti ile dünyada bütün kullarına nice nimetler bahşeder , ahirette de müminleri mükafatlandırır.İlahi adaletin tecellisi olarak da ,nankörlere ve kötülere gazap eder, onları cezalandırır.

Allah Teala' nın rahmeti sürekli ve herhangi bir sebebe bağlı olmaksızın bütün mahlukata yağıp durmaktadır. Fakat gazabı sadece hak edenedir.Bu da O' nun sonsuz rahmetinin tezahürlerinden biridir. Kur'an-ı Kerim ' de "Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah sizi niye azaba uğratsın?"buyurduğu gibi "Allah' ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin ;çünkü Allah bütün günahları affeder."müjdesini de lütfetmiştir.


3."Amentü billah' de sonra da dosdoğru ol."

Amentü billah demek,'Allah'a inandım demektir. Bu mübarek hadis-i şerif bize Cenabı Hakkı' ın varlığına birliğine iman ettikten sonra ikinci önemli hususun doğruluk olduğunu haber vermektedir. Buradaki dosdoğru olmak , her durumda ,niyete ve işte dürüstlük ve istikamet sahibi olmaktır.O istikamet de Cenabı Hakk' ın emir ve yasaklarına riayettir.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz bir başka hadisi şerifinde de:"Doğruluktan ayrılmayın. Doğruluk iyilikte berberdir ve ikisi de cennettedir."buyurmuşlardır. Ayrıca doğruluğun iyiliğe iyiliğinde cennete götüreceği bildirilmiştir.

"Ok gibi doğru ol da yaydan kurul.Çünkü her doğru okun ,yaydan fırlayacağına şüphe yoktur" de Hz.Mevlana k.s...Böylece ancak doğruların hedefe varacağı anlatır. Şeyh Sadi Şirazi de ;"Doğru sözlünün hataları bağışlanır.Yalancılıkla tanınan birinin doğru söylediklerine de inanılmaz"der.

4."Allah Teala muhakkak ki sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize nazar buyurur."

Bu mübarek hadis-i şerif , insanın dış görünüşünün , boyunun posunun, dünya malının ve mülkünün Cenab-ı Hak katında bir öneminin bulunmadığını bildiren en veciz ifadelerden biridir. Evet şekil suret değil, yapılıp edilenler ve birde insanın iç dünyası önemlidir.

Dünya hayatı bir çok bakımdan aldatıcıdır. Bu hayat içinde önemli gözüken pek çok şey hakikatte önemsizdir. İnsanın dış görüntüsü , yüz güzelliği ve sahip olduğu mal mülk de bunlar arasındadır. Özellikle maneviyatın ve ahiret kaygılarını neredeyse tamamen gözardı edildiği günümüzün hayat anlayışında itibar bunlar üzerinde toplanmıştır.

Oysa Cenabı Hak bizim o çok önem verdiğimiz kalıbımıza ve malımıza değil, amellerimize ve kalbimize bakacak. Eğer işler Cenabı Hak rızası dikkate alınarak yapılmışsa, ibadet ve taat ihmal edilmemişse o vakit O' nun nazarında kıymetimiz olacak. Ve bir de kalbimiz.. Eğer orada güzel niyetler, güzel yönelişler varsa, sevgiler ve öfkeler Cenabı Hak rızasına uygunsa o kalp işe yarayacak.

5."Bir kişinin kalbi dosdoğru olmadıkça(istikamet bulmadıkça)imanı dosdoğru hale gelmez. Kişinin dili dosdoğru olmadıkça da kalbi dosdoğru hale gelmez."

İman, Allah Tealâ' nın insana ihsan ettiği en büyük ve en önemli nimettir. Bütün hayat içinde bu imanın korunması, son nefesin imanlı verilmesi ebedi hayatın selameti bakımından ilk şarttır. İmanın korunması demek, küfür ve şirke düşmekten kaçınmak olduğu gibi, aynı zamanda imanın bid'atlarla karıştırılmaması, yakîn ile kuvvetlendirilmesi ve böylece doğruluğunun sağlanması demektir.

Bu mübarek hadis-i şerif, dosdoğru iman için barındırdığı nimetler, sevgi ve yönelimler bakımından sağlam bir kalp gerektiğini açıklıyor. Peki, böyle bir kalbe sahip olmanın yolu nedir?Efendimiz s.a.v. bunun için de dili işaret buyuruyor, doğru kalp için doğru sözlü olmak gerektiğini açıklıyor. Yani sözlerimiz doğru ise kalbimiz doğru, kalbimiz doğru ise imanımız doğru...

Anlaşılıyor ki, İslam ahlâkının en önemli prensiplerinden biri olan doğru sözlü olmak imanla irtibatlıdır. Her mümin , dilin afetlerinden kendisinde hangilerinin bulunduğunu tespit etmeli, bunlara dikkat ederek kalbin ve dolayısıyla imanını sapmaktan korumalıdır.

6."Kıyamet gününde alimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, alimlerin mürekkebi şehitlerin kanından daha ağır gelir."

Bu hadis-i şerif , ilmin ve alimin değerine işaret eden pek çok nebevi haberlerden biridir. Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz bu hadisi şerifte alimlik mertebesini, son derece yüksek bir manevi mertebe olan şehitlikle mukayese buyurmakta , alimin üstünlüğünü açıklamaktadır.

Ayeti kerimelerden ve hadis-i şeriflerden öğreniyoruz ki, şehitlik en imrenilecek mertebelerin başında gelir. Şehit kişi Allah yoluna canını feda etmiş, Rabbi de onu ebedi dirlikle ve cennetle rızıklandırmıştır. Alime gelince, oda Cenab-ı Hakkın kulları üzerindeki haklarını öğretmiş, doğru yolu bildirmiş, ebedi saadete giden yolda insanlara ışık tutmuştur.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz şehit kanıyla alim mürekkebini ve bu ikisinin birbiriyle tartılmasını mecaz olarak ifade buyurmuş, böylece ilmin ve alimin manevi üstünlüğünün unutulmayacak şekilde anlatmıştır.

7."Dünyadan rağbetini kes ki Allah seni sevsin. İnsanların elinde olandan rağbetini keski insanlar seni sevsin."

Sahabe-i Kiramdan bir zat Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz'e:"Ey Allah' ın Elçisi, bana öyle bir amel göster ki onu yaptığım zaman beni hem Allah sevsin , hemde halk sevsin." dediğinde Efendimiz bu hadis-i Şerifle cevap vermiştir.

Dünyadan rağbeti kesmek , insanın gerektiği kadar dünya için çalışmak ve nasiplenmekle birlikte, gönlünün dünyaya kaptırmamak şeklinde anlaşılmalıdır. Burada beyan buyurulan rağbet kesme, dünyadan elini eteğini çekip, miskin ve muhtaç yaşamak değildir. İnsanların elinde olandan rağbeti kesmek ise , insanların sahip olduğu nimetlere göz dikmemek, kendi nasibine kanaat etmek manasına gelir.

Dünyadan gönül bağını çözen kişi, nefsinin ve şeytanın elinden en büyük silahı almış demektir. Böylece yüzünü fani dünyadan beka yurduna döndürmüş bu kişiyi Cenab-ı Hak elbete sever.Kimsenin elinde olana tamah etmemek de herkesin saygı ve güveni kazanmanın , sevilen bir olmanın en büyük vesilesidir.

8."İşlerin ancak sonuna itibar edilir"

Bir amelin kıymeti, geçerli veya geçersiz oluşuna , kabul veya reddedilmesi sonucuna göredir. Sonuç güzel olursa , o zaman yapılan işin bir değeri olur.Neticesi iyi olmazsa yapılan işin ne kıymeti olabilir?

Bu hadisi şerif,Müslüman bir zatın müşriklerle savaşırken aldığı yaranın acısına dayanamayıp, kendi canına kıyması üzerine varit olmuştur. Böylece Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz , nice emeklerin, meşekkatli çabaların gaflet sebebiyle heba olup gidebileceğine işaret buyurmuş oluyor.

Aynı şekilde, hayatın akışı içinde güzel amellere devam edilmesi gerektiği gibi, onların manevi semeresini mahvedecek şeylerden korunmak gerekir. Yapıp ettiklerimizin akibetimizi nasıl etkileyeceği göz önünde tutulmalı, ümit ve korku arası bir hal üzeri salih amellere devam edilmelidir.

9." Sözlerin en doğrusu Allah' ın kitabı ve yolların en hayırlısı Muhammed' in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan uydurulanlardır."

Bu hadis-i şerifte buyurulan"Allah' ın kitabı" mukaddes kitabımız Kur' an-ı Kerim ,"Muhammed' in yolu" Efendimiz s.a.v. ' in sünneti seniyyesidir. İkisi birden mücelle dinimiz İslam' ın en temeli ve ana kaynağıdır. "Sonradan uydurulanlar" ise "bid'at" diye tabir edilen her şeydir ki; İslam 'ın ruhuna ve kurallarına aykırı olmak üzere icat edilen, ortaya atılan her türlü görüş ve uygulamalardır.

Kur'an-ı Kerim , bütün ilahi vahyin ikmal edilip tamamlandığı kitap , Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz' in örnekleyip öğrettiği yaşama biçimi de, nebevi geleneğin en mükemmel ve en son noktasıdır. Artık daha doğru bir söz , daha mükemmel bir hayat tarzı yoktur. Sonradan uydurulan İslam' a aykırı her ne varsa , cilası çok mükemmel bile olsa , dünya ve ahiret huzuru bakımından bir hayrı olmaz .Aksine zarar verir.

Bu mübarek hadis-i şerif , sözün ve yolların sayılamayacak kadar çoğaldığı, Müslümanlarında kolayca bunlara kapıldığı günümüzde kulaklara küpe olmalıdır.

10."Utanmadıktan sonra dilediğini yap"

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimizin nübüvvetle görevlendirilişinin ilk yıllarında sık sık tekrar buyurduğu bu hadis-i şerif, haya duygusunun insanı fenalık yapma özelliğine, hayasızlığın ne büyük ayıp olduğuna işaret eder.

Bir ilahi lutuf olarak insan bahşedilmiş olan utanma duygusu yani haya iki türlüdür.Birincisi Cenab-ı Hak' tan utanma , ikincisi insanlardan utanma. İnsanın tavır ve davranışlarına yansıyacak ölçüde haya duygusu ,her iki utanma hali ile birlikte mümkündür. Zaten her ikisi birbirine bağlıdır. Yani Allah' tan utanmayan insandan, insandan utanmayan Allah'tan utanmaz. Nitekim bir başka hadis-i şerifte"Haya imandan bir şubedir"buyurulmuştur.

Haya sahibi insan yüce bir ahlaka sahip demektir. Eline büyük fırsat ve imkanlar geçse de fenalık yapamaz. Kimseye zararı dokunmaz. Fenalık ve çirkin işler yapmaktan , konuşmaktan utanmayan insan ise kötü ahlak sahibi insandır ki, nerede duracağı belli değildir. Böylelerin şerrinden Allah' a sığınmak gerekir.

11."Cenab-ı Hak' tan af ve afiyet talep edin. Zira bir kimseye (imanı hususlarda) yakîn ihsan buyurulduktan sonra, afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir."

İslam dini, insanın dünyada da ahirette de huzur ve mutluluğunu esas alır; emir , yasak ve tavsiyelerinin başlıca hedefi bulur. Başka bazı din ve kültürlerde olduğu gibi manevi kurtuluş için acı çekmeye , dünyada sıkıntı ve sefalet içinde yaşamayı öngörmez. Yani Müslümanlıkta bir"ceza ve acı çekme kültürü"yoktur.

İşte bu mübarek hadis-i şerif ,Cenabı Hak'tan ebedi kurtuluşa vesile olacak bağışlanmayı isterken, yanında dünyada ağız tadı ve iç huzuru da istememizi de tavsiye buyuruyor. Yani dünya ve ahiret nimetini bir arada , yan yana yüceltiyor.İmanî hususlarda deruni bilgi ile erişilen kalp tatmininden , yani yakînden sonra en büyük nimet olarak huzur ve sağlığı zikrediyor.

Elbette müslümanın asıl hedefi ahirettir. Fakat bu asla sevincini körleten bir istek değildir. Günahlara kefaret olsun diye hastalık, sıkıntı , musibet istemek de doğru değildir. Dünya ve ahiret güzelliği bir arada iyidir, ikisini birden istemek Cenab-ı Hak lütuf ve keremine daha uygundur.

(Buhari, Tirmizi, Deavat, İbn Mâce)

12. "Söz vermek borçtur."

Bu mübarek hadis-i şerifinde Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz , bütün insanlık için bir güven ve huzur kapısı olabilecek bir prensibi son derece veciz şekilde ifade buyuruyor. Bu prensip de sözünün kişiyi yükümlü kılmasıdır. Buna göre verilen bir söz, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ödev, ödenmesi gereken bir borçtur.

Bu hadis-i şerif sanki sözün artık değerinin kalmadığı, üç beş imzalı belgelerin bile kolayca göz ardı edilebildiği bugünün dünyasına bir hatırlatmadır. Mümin kişi yalan söylemez, sözünün eridir. Ya tutamayacağı sözü vermez , ya vermediği sözü tutar. Bu onun en temel ahlakı özelliğidir. Bilir ki sözde bir hak vardır ve muhatabıyla helalleşmedikçe o hak boynunda asılı kalacaktır.

Çağımızın son derece önemli bir sosyal yarası olan ' güven krizi'ni tedavi çabasında bu nebevi uyarı hatırlanmalı ve layık olduğu üzere baş tacı edilmelidir.

(Teberani, El Mu'cemü'l Evsat, Deylemi,Müsnedül Firdevs.)

13."Yemek sofranıza hepiniz toplanın .Yemeğe başlarken de Cenab-ı Hakk' ın ismini anın ,Allah o yemeği sizin için mübarek kılar."

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz bu hadis-i şeriflerinde evde, aile ortamında, dost arkadaş arasındaki muhabbetin , bağlılığın, bir ve beraber olmanın önemli prensiplerinden birini bize öğretiyor: Birlikte sofraya oturmak...

İkinci olarak, yemeğe başlarken herkes tarafından Cenab-ı Hakk' ın mübarek isminin anılması , bir taraftan bu beraberliğe adeta manevi bir hüviyet kazandırırken , diğer taraftan o nimeti vereni hatırlamak manasına gelir. İnsan yeryüzünde şuursuz bir tüketen olarak yaşamamalı, harcadığı nimetlerin kim tarafından ve niçin verildiğini tefekkür etmelidir. Bu da başlarken besmele, bitirirken hamd ile olur.

Yemeğin mübarek kılınmasına gelince;işte böyle beraberce Cenab-ı Hakk'ı anarak yenilen yemek sıradan yemek olmaktan çıkar,bir anlamda ibadete dönüşür. Yemek azda olsa doyurucu olur. Maddi ve manevi olarak şifa verir.

(İbn Mace,Et'ime, Ahmet bin Hanbel)

14."İnsanın, kendini ilgilendirmeyeni(mâlâyaniyi)terk etmesi , Müslümanlığın güzelliğindendir."

İnsanın en büyük ve en önemli sermayesi zamandır. Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz, bu hadis-i şeriflerinde bu sermayenin nasıl korunacağının anahtarlarını vermiştir. Buna göre boş işler terk edilmelidir. Çünkü bunlar insanı Hak' tan hakikatten alıkoyar, ömrü boş yere harcatır.

HAdis-i şerifteki "Müslümanlığın güzelliğindendir"ifadesi de, boş işlerin terkini islam ahlakının ilkeis kıalr. Evet;Müslüman nereden geldiğinin, nereye gittiğinin farkında olan insandır. BU dünyada niçin bulunduğunu, ne yapması gerektiğini bilir. Bütün tutum ve davranışlarında bu yaşama bilincinin yansımaları vardır. Ahlakını bu bilinç şekillendirir.

İslam Ahlakı "salih amel" kavramı etrafında örgülenmiş bir yaşam biçimidir. Salih amel, Cenab-ı Mevla' nın yapılmasından razı olduğu , hem yapan için hem cümle alem için faydalı olan işlerdir. Yani salih amelde dünya ve ahiret hayrı bir aradadır. Bir Müslüman bütün yapıp ettiklerini bu ilkeye göre değerlendirir. Yani işlerde dünya ve ahiret hayrını arar. Bunu bulamadığı işleri de, ne kadar cazip görünürse görünsün, terk eder.

(Malik,Muvatta,Hüsnü Hulk,Tirmizi)

15."Gerçek zenginlik mal-mülk çokluğu değil, gönül zenginliğidir."

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz, bu mübarek hadis-i şerifinde insan tabiatının olumsuz bir tarafına işaretle, bir yanlışı ve onun doğrusunun ne olduğunu insanlığa öğretmektedir.

İnsanın ıslaha muhtaç huylarından biri, mala mülke duyduğu hırs ve tamahtır.Dinimiz elbette hiç kimsenin bir lokma bir hırka tarzı yaşamasını , başkalarına ihtiyaç içinde olmasını istemez. Fakat geçici dünya malının esiri olarak yaradılış gayesini unutmasını ve yaradılışlar arasıdanki yüksek mertebesini yitirmesini de istemez. O halde dünyadan meşru ölçüler içinde ve gerektiği kadar nasibini alacak, asıl gayretini var olu gayesi doğrultusunda sarf edecektir.

Diğer taraftan ıslah edilmemiş bir nefsin doygunluk noktası bulunmadığı için mal mülk yığarak "işte asıl zenginlik budur" diyebileceği bir seviye yoktur. Fakat manen olgun, dünyaya hırs ve tamahını kesmiş insan daima doygunluk halindedir ki, Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz ' in "gerçek zenginlik" buyurduğu gönül zenginliği budur.

16."Temizliğe devam et ki rızkın artsın."

Dinimiz, başka hiçbir hayat tarzında olmadığı ölçüde temizliğe önem vermiştir. O kadar ki, birçok temizleme şeklinin ya kendisi ibadet yada ibadetin ön şartı olarak emredilmiştir. Mücella dinimizin emir ve tavsiye ettiği bütün ibadetler genel manada temizlik üzerine kuruludur.

Bu mübarek hadis-i şerifte Hz.Peygamber s.a.v.Efendimiz temizliğin aynı zamanda rızkın artmasına vesile olacağını müjdelemiştir.

Burada zikredilen temizlik hem maddi hem manevi olabileceği gibi , artacağı beyan buyurulan rızıkta sadece maddi rızıkla sınırlı olmayabilir.

Müslüman, içiyle dışıyla , eviyle ortamıyla temiz kişidir. Onun hayatı bir bakıma maddi ve manevi temizlikten ibarettir. Bu hal de başlı başına bir rızıktır, bunun içinde şükredilir.

(Ali el Müttaki, Kenzül Ummal)

17."Cenab-ı Hakk' ın en çok sevdiği amel , az da olsa sürekli ve devamlı olandır."

İşlerin bir neticeye bağlanması için devamlılığın esas olduğu bilinir. Dünya işlerinde böyle olduğu gibi, uhrevi ilerde, ibadetlerde de böyledir.

İnsan zaman zaman çeşitli sebeplerle, mesela yakınlarından birisinin ölümüyle daha yoğun olarak Cenab-ı Hakk'a yönelir, hiç etmiyorsa ibadet etmeye başlar. Az ediyorsa da çoğaltır. Fakat o sebebin meydana getirdiği duygu yoğunluğu bitince çoğu zaman her şey eskiye döner. Böyle yapmak, bir manada kulluk vazifelerini bazı dış sebeplere bağlı kılmaktır denilebilir. Oysa ibadetler, bütün salih ameller bütün hayat boyunca ve sadece Cenab-ı Hak istiyor diye yapılmalıdır. Bu heyecanla hızlı başlayıp tez yorulmak istikrarsızlıktır ve birkaç kez tekrarlanınca insanın o amelle ilişkisinde arızaya sebep olur.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz Cenab-ı Hakk' ın az da olsa sürekliliği olan ibadetleri sevdiğini bize öğretirken , kullukta istikrarın önemini de vurgulamış bulunuyor. İbadetlerin, salih amellerin terk edilmesi mümin için çok büyük bir cürümdür. Birde farz amellerde azlık çokluk bahis mevzu değildir. Kişi sorumlu olduğu farzların tamamını yerine getirmelidir.

(Müslim, Salat,Ahmet b.Hanbel, el Müsned)

18."Ey insanlar! Hayatınız sona ermeden ,günahlarınızdan pişmanlık duyarak Allah' a tövbe edin."

Hz.Peygamber s.a.v.Efendimiz bu mübarek hadis-i şerifiyle biz günahkar kullara ümit bahşediyor, canımız henüz tende olduğu sürece tövbe etmeye , Cenab-ı Hakk' a itaate fırsatımız bulunduğunu müjdeliyor.

Herkes her an , büyük yada küçük bir günaha düşme ihtimali ve tehlikesi ile karşı karşıya yaşamaktadır. Nitekim hepimiz günah işliyoruz, zaman zaman manevi vazifelerde zafiyet ve ihmale düşüyoruz. Fakat o hal üzere kalmamak , günahta israr etmemek esastır. Ebediyet yolculuğunda kul, bin defa ayağı kayıp düşse de, bin defa ayağa kalkıp tekrar yürümeye niyetlenmelidir.

Günahlar her ne kadar ilahi gazabı mucipse, pişmanlık ve tövbe da aynı şekilde ilahi rahmeti celbeder. Gafletle geçen zamanların ardından Cenab-ı Hakk'a sığınmak, O' nun itaatine dönmek , gidilecek başka yer olmadığını bilerek yakarmak, o rahmet ırmaklarını coşturur , böylece kulun akibeti inşallah hayırlı olur.

(ibn Mâce, Salat)

19."Günahlarından tövbe eden, sanki günah işlememiş gibi olur."

Tövbe , kulun hatalardan ve işlediği günahlardan pişman olup Rabbinden af dilemesi, bir daha işlememeye karar verip bu yolda gayret etmesidir. İnsan pek çok ilahi hikmete bağlı olarak nefs sahibi ve günaha meyilli yaratılmıştır. Her an günaha düşebilir. Fakat aynı zamanda her zaman tövbe de edebilir. Tövbe kapısının can bedenden çıkıncaya kadar açık olduğu, yine Efendimiz s.a.v. tarafından haber verilmiştir.

Cenab-ı Hak pek çok ayet-i kerimede tövbeleri kabul buyurduğunu bize haber verir. O gafurdur, rahimdir , merhametliler merhametlisidir. O' nun rahmeti gazabı geçmiştir. O rahmetten ümit kesmek yasaklanmıştır. Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz' in bu mübarek hadis-i şerifi de bu meyanda bir müjdedir.

Anlıyoruz ki tövbe yeni bir başlangıç, insan hayatında tertemiz bir sayfadır. Artık her ne olursa olsun günah kirleri temizlenmiş, kalbe verdiği ağırlık kalkmış, yeni doğan bir gün gibi, ılık bahar sabahları gibi taze bir başlangıç yüzümüze gülümsemeye başlamıştır. Bu ne büyük nimettir!

(İbn Mace,Zühd, Beyhaki, es Sünenü'l Kübra)

20."Kişi ile küfür ve şirk arasında namazı terk vardır."

Bu hadis-i şerif, namazın ne kadar önemli, ne büyük bir ibadet olduğu hususunda en dikkat çekici olanlardan biridir. Bu mübarek hadis-i şerifte namaz, küfür ve şirkle müminin arasında bir perde olarak tasvir edilmiş, kasten terk edilmesi bu perdenin kaldırılması olarak ifade buyrulmuştur.

Küfür, Cenab-ı Hakk'ı ,O' nun birliğini, peygamberleri vasıtasıyla bildirdiklerini kabul etmeme halidir. Şirk ise başka bir varlığı çeşitli şekillerde O' na ortak kabul etmedir. Hadis-i şerif, kişinin bütün ebediyetini mahvedecek bu en ağır iki cürüme engel olarak namazı gösteriyor. Nitekim namaz inkar ederek, hafife alarak, basit görerek terk etmenin, kişiyi İslam dairesinin dışına çıkaracağına hükmedilmiştir. Ayrıca bu mübarek hadis-i şerifi, namazın Müslüman olanın olmayandan ayırt eden alamet olduğu, terk edilmesi halinde aradan farkın kalkacağı şeklinde anlamakta mümkündür.

Namazın terki, Cenab-ı Hak'la kişi arasındaki irtibata büyük bir darbe, imanın hayatı dönüştürme özelliğinin iptalidir. Çünkü namaz hayata vurulan iman ve İslam mührüdür.

(Müslüm,İman,Ebu Davut,Sünnet,Tirmizi, İman, İbn Mace İkametü's Salat)

21."Amellerin kıymeti niyetlere bağlıdır. Herkesin niyeti ne ise eline o geçer."

Bu mübarek hadis-i şerif ;İslam' ın temelini oluşturan hadislerden biridir. İmam Şafii r.h.a Hazretleri demiştir ki: "Bu hadis ilmin üçte biridir ve fıkıh ilminin yetmiş konusuyla ilgilidir." Kalbin bir istek üzerinde karar kılmasına niyet denir. Niyet işin evvelidir, ibadetlerde ön şarttır.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz bu hadis-i şerifinde yapılan bir işten elde edilebilecek karşılığın başta niyete göre olacağını açıkça öğretmiş bulunuyor. Yani kişi bir şeyi ne maksatla yapıyorsa eline geçecek manevi bedel odur. Bu bakımdan müminin niyetinin amelinde hayırlı olduğu beyan edilmiştir.

Güzel ve ulvi niyetler, sıradan işlere büyük kıymet kazandırır. Mesela gününü Allah rızası için yaşamaya niyet edenin gün içinde yapıp ettiği meşruiyet dairesindeki her şey ibadete dönüşür. Diğer taraftan , kahramanlar desinler diye savaşıp ölen kimse manen şehitler arasına yazılmaz. Allah için cihat niyetiyle savaşa giden kimse ise , daha giderken ayağı takılıp düşerek ölse şehit olmuş olur. O halde he işe Cenab-ı Hakk' ın rızasını talep ederek başlamak gerekir.

(Buhari,İman, Ebu Davut,Talak,Tirmizi ,Cihad)

22."Cennet annelerin ayakları altındadır."

Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de anne ve babaya saygı ve itaati emretmiştir. Bir bıkkınlık ve mennuniyetsizlik ifadesi olarak onlara "öf" bile demeyi yasaklamıştır. Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz bu mübarek sözlerinde , Müslüman annelerin ne büyük ve üstün bir değeri bulunduğunu ifade buyurmuş ve annenin hoşnutsuzluğunu kazanmanın önemini en veciz şekilde açıklamıştır.

Sahabe-i Kıram ' dan bir zat, Peygamberimiz' e gelerek:"En önce kime iyilik edelim?"diye sormuş idi. O da annesine iyilik yapmasını emir ve tavsiye buyurdu. O zat tekrar aynı soruyu sordu, yine aynı cevabı aldı. Üçüncü soruşunda da cevap aynı idi. Nihayet dördüncüde Efendimiz s.a.v. babasına ve sonra da diğer akrabalarına iyilik yapmasını emir ve tavsiye buyurdular.

Yine Sahabe-i Kıram 'dan bir başka zat:"Ey Allah' ın Resulü , anne ve babanın çocukları üzerinde hakları nedir? diye sorduğunda Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz buyurdular ki: "Onlar senin cennet veya cehenneme girme sebebindir. Ona göre davran."

(Ahmed B.Hanbel,el Müsned.HAkim, el Müstedrek)

23."Haset, ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi iyilikleri yok eder."

Hz.Peygamber s.a.v.Efendimiz ısrarla güzel ahlakı emir ve tavsiye buyururken, müminleri kötü ahlaktan men etmiş , çeşitli fena halleri zikrederek dikkatimizi çekmiştir.Bu mübarek hadis-i şerif de bunlardan biridir.

Haset bir başkasına bahşedilmiş bir nimetin, bir hayran, faziletin veya kemalin o kişiden gitmesini arzu etmektir. Yani kıskançlık ve çekememezliktir. Bu hakikatin pek fena bir huy, Müslümana hiç yakışmayan bir haldir.

Hasedin sahibinin iyiliklerini yok etmesinin bir sebebi olarak, içinde bir tür isyanı barındırması gösterilebilir.Haset eden kişinin kıskandığı, sahibine yakıştıramadığı nimetleri o kişiye veren , nihai manada Cenab-ı Hak' tır.İlahi taksim ve tecelliye razı olamayan kişinin, salih ameli nasıl bir mana ifade edebilir? Tövbe edip bu halden kurtulmadıkça elbette kendine bir faydası olmaz.

(İbn Mace, Zühd ,Suyuti, el- Camiu's Sagır; Ebu Ya'la, Müsned.)

24."Allah Teala şu kula rahmet eylesin ki, bilerek konuşur ya da susar. Böylece dilin zararından korunmuş olur."

Konuşma ahlakı ve dilin muhafazası üzerine pek çok hadis-i şerif varit olmuştur. Bu mübarek hadis-i şerif de bunlardan biridir. Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz burada , bilerek , anlayarak, hakkında kesin ve net bilgi sahibi olduğu konuları dile getireni övüyor, ona dua ediyor. Bilmediği veya yarım yamalak bildiği şeyleri konuşanın da kendi dili sebebiyle zarar göreceğinin hatırlatıyor. Bu hadisi-i şerife bakarak şu söylenebilir: Efendimiz s.a.v. gerçekten bilerek konuşan , bilmediği hususlarda susan müminlere özel bir muhabbet duyuyor, onları seviyor.

Bilgisiz konuşan insanın yalan , gıybet, batıla dalma, boş yere konuşma, insanlara eziyet ve alaya alma gibi afetlerden korunması neredeyse imkansızdır. Bütün bunlar de pek fena bir ahlaka işaret ediyor.

Şeyh Sadi Şirazi k.s. der ki:"İhtiyar, tecrübeli, gün görmüş, konuşmasını bilen adam , kafasına düşüncesini olgunlaştırır, sonra söyler. Düşünmeden her aklına geleni söyleme. Yeter ki sözün iyi olsun , geç olsa da fark etmez. Yine tekrar edeyim:Çok düşün, az söyle.Sözünü pek de uzatma, yeter demesinler.İnsanın üstünlüğü konuşmasının güzelliğiyledir. Saçma sapan söz insanı hayvan eder, belki ondan da beter hale getirir."

(İbn Mübarek,Kitabü'z Zühd. Heraiti, Mekarimu'l Ahlak)

25."Her işittiğini başkalarına söylemek, insana günah olarak yeter."

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz 'in bu mübarek hadis-i şeriflerinde de İslam ahlakının iki önemli prensibine birden işaret buyurmaktadır. Bunlardan birincisi, diline hakim olmaktır. Mümin kişi , yerli yersiz konuşmayı, her söze atılmayı kendine yakıştırmaz. Hele yalan ve iftiradan, dedikodudan ve söz taşımaktan ateşe düşmekten korktuğu gibi korkar.

İkinci prensip, her duyduğu söze inanmamaktır. Mümin kişi duyduklarımı evvela din ve akıl süzgecinden geçirir. Özellikle İslamı hassasiyeti zayıf, harama helala dikkat etmeyen kişilerin getirdiği haberleri, sözleri ihtiyatla karşılar.Kendisinin tereddütle karşıladığı şeyleri elbette başkasına aktarmaz.

Cenab-ı Hak ayet-i kerimede dinin ölçülere hassasiyet göstermeyen kişilerin getirdiği haberleri araştırmadan kabul etmememiz gerektiğini bildiriyor. İyice emin olmadan, delilsiz, mesnetsiz konuşmak, böyle söylenmiş sözleri nakletmek büyük günahlara ve fesada sebep olur. Müslümanın vakarı önce konuşmada kendini belli eder. Gevezelik, lafazanlık bu vakara aykırıdır, Allah korusun, ahirette de insanın başına olmadık işler açar. Nitekim "Ya hayır söyle ya sus" buyrulmuştur.


26."Cebrail bana komşuyu öyle tavsiye etti ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım."

Bu mübarek hadis-i şerif , komşuluk bağının ne kadar önemli olduğunu öğreten pek çok hadis-i şerifin en bilinenlerinden biridir. Dinimiz Müslümanların birlik beraberliğine, bir arada yaşarken aralarındaki muhabbete , haklarına saygıya son derece büyük önem verir. Komşularda fiziki yakınlık bakımından, aile yakınlığından sonra ilk sırada yer alır.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz' in Cebrail a.s.' in ısrarlı tavsiyesinden söz etmesi , bizzat Cenab-ı Hakk' ın komşuluk hakkına verdiği önemi belirtmek içindir. Zira Cebrail a.s. kendinden bir şey söylemez , o sadece vahiy getirmeye aracıdır. "Mirasçı kılacak zannettim." buyurmakla da komşuluğun neredeyse yakın akrabalık seviyesinde bir bağ olduğunu vurgulamak içindir. Kaynaklarından öğreniyoruz ki, komşunun farklı dine kavme veya dile sahip olması bu bağı asla ortadan kaldırmaz.

Müslümanlar bugün değişen kültüre ve yaşama tarzına rağmen ısrarla komşuluk münasebetini diri tutmaya çalışmalıdır. Çünkü şartlar ne olursa olsun bu emir ve tavsiyeler geçerlidir ve herkesin göz ardı ettiği bir hükmü uygulamanın ayrıca büyük ecri vardır.

(Buhari ,Müslim ,Birr.Ebu Davud,Edeb)

27."Kanaat tükenmez hazinedir."

Bu mübarek hadis-i şerifinde Peygamber s.a.v. Efendimiz , artık dünyanın başına dert olduğu iyice anlaşılan üretim ve tüketim çılgınlığının manevi ilacını, kanaatkarlığı insanlığa hatırlatıyor.

Kanaat, insanın elinde olandan hoşnut olması, fazlasına tamah etmeme , kısmetine razı olma halidir. İnsanın istekleri her ne kadar sınırsız olsa da , yaşabilmek için ihtiyacı olan şeyler gerçekten pek azdır. SAhip olmada ve tüketmede ihtiyaç ölçüsünü gözden kaçıran , dünyanın geçici tat ve güzelliklerine tutkun, hırs sahibi kişi, ne kadar zengin olsada doygunluğa erişemez. Görünürde zenginleşse de ruhen adeta dilencidir. Oysa kanaatkar insan sürekli bir doygunluk hali içinde , adeta bütün dünya onunmuş gibi hür ve huzurludur.

Günümüzde sahip olma ve tüketme hırsının bir tür psikolojik tükenmeye yol açtığı ifade edilmektedir. Diğer taraftan dünyamızın sınırlı kaynaklarının insanlığın tutulduğu bu hastalık sebebiyle tehlikede olduğu , tabii dengelerin bozulduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla bu hadis-i şerifin işaret ettiği mana, bugün belki her zamankinden daha büyük önem kazanmıştır, denilebilir.

(Taberani, el Mu'cemü'l Kebir, Suyuti, Ed-Dürrü'l Mensur.)

28."Selam ,kelamdan(konuşmadan) öncedir."

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz, bu mübarek hadis-i şerifi ile bize söze başlamadan önce selam vermek gerektiğini öğretiyor. Esasen dinimiz selamlaşmaya büyük önem verir. Zira selam bir güven bildirisidir, muhabbet ve dostluk alametidir.

Biriyle karşılaşan veya insanların bulunduğu bir mekana giren kimsenin hemen , aniden söze başlaması yakışık almaz. Bu, İslam ahlakına ve adab-ı muaşerete aykırıdır. Önce usulünce selam verilmeli , sonra konuşmaya başlamalıdır.

Selam aynı zamanda bir duadır, karşılıklı selamet ve esenlik dilemektir. Müslümanların karşılaştıklarında önce selamlaşmaları bu karşılaşmayı bir dua vesilesi kılmaları ne güzel bir davranıştır!

(Tirmizi, İsti'zan,İbn Hacer el-Askalani,l-Metalibu'l Aliyye.)

29."Hiç biriniz, kendisi için arzu ettiğini mümin kardeşi için de arzu etmedikçe hakiki mümin olamaz."

Yüce dinimiz İslam' ın en çok üzerinde durduğu konulardan biri, Müslümanların kardeş olmasıdır. Bu kardeşliğin oluşması ve pekişmesi için pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif varit olmuştur. Bunlardan en bilinenlerden biri de Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz' in bu mübarek beyanıdır.

Bu hadis-i şerif, Müslümanlar arasında yürürlükte bulunan kardeşliğin taklit zorlamanın ötesinde , kalbi bir kardeşlik olması gerektiğini bize öğretir. Yani birbirimizi sevmemiz gerekmektedir. Bu sevginin en büyük nişanesi kendimiz için sevdiğimiz şeyi mümin kardeşimiz için de sevmektir. Tam ve hakiki mümin olmamız buna bağlıdır. Medineli ensar topluluğu ile Mekkeli Muhacirler (Allah onların cümlesinden razı olsun) bu sevgiyi yaşayarak insanlığa göstermişlerdir.

Bir ayet-i kerime de Cenab-ı Hak : "Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe iyiliğe (fazilet ve üstün sevaba) eremezsiniz." buyurur. Bu meyandaki diğer ayet-i kerime ve hadis- i şerifler gösterir ki,İslam ,modern kültürün pek yücelttiği bireyselliği reddeder. Bireyin dünya ve ahiret saadetini tek kişilik kurtuluş olarak değil, Hakk'ı Hakikatı seven, bu sevgiyi aralarında paylaşan bir gurubun , bir zümrenin kurtuluşu olarak tarif eder.

(Buhari,İman ,Müslim,İman)

30."Tevazu sahibi olanı Allah yüceltir, kibirli olanı da Allah alçaltır."

Kendini üstün görmeme, üstünlük taslamama haline tevazu denir. Kendi üstün ve yukarıda görme haline de kibir denilir. İslam ahlakının en önemli prensiplerinden biri tevazu sahibi olmak , kibirlenmemektir. Pek çok ayet-i kerime de ve hadis-i şerifte tevazu sahibi olmak övülmüş, kibirli olmakta yerilmiştir. O kadar ki, kalbinde zerre kadar kibir olanın cennete giremiyeceği hadis-i şerifle bildirilmiştir.

Esasen, Cenab-ı HAkk' ın geçici bir süreyle ve belli vazifelerle dünya hayatı bahşettiği , pek çok bakımdan muhtaç bir varlık olan insanoğluna mütavazi olmak yaraşır, kibirlenmek hiç yakışmaz. Tevazu sahibi kişinin ilk bakışta insanlar arasında hor görüleceği beklenirken , Cenab-ı Hakk' ın onu yücelteceği bu hadis-i şerifle açıklanmış oluyor. Diğer taraftan kendini beğenen kişi de güya rağbet ve üstünlük beklerken, hiç de böyle olmayacağı anlatılıyor.

HAdis-i şerifte geçen yüceltme ve alçaltma dünyada veya ahirette yada her ikisinde birden olabilir. Birde mümin kişinin zalimlere ve inkarcılara karşı onurlu bulunması kibir değildir. İman vakarı ile kibir birbirine karıştırılmamalıdır.

(Süyuti, el-Camius Sağır,Münavi, Feyzü'l-kadir)

31"Allah, insanlara acımayanlara merhamet etmez."

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz merhametli olmak üzerinde önemle durmuş, teşvik etmiş, zaman zaman da katı ve merhametsiz davranan kimseleri uyarmıştır. Bir başka hadislerinde de "Merhamet etmeyene merhamet edilmez." buyurmuşlardır.

Güzel dinimizin öngördüğü merhamet, Cenab-ı Hak'ın bütün yaratıklarını kapsayacak kadar geniştir. Başta yaşlılar, yetimler, kimsesizler, çocuklar, kadınlar, hastalar ve yoksullar olmak üzere tüm insanlar bu merhametten payını alırlar. Sonra diğer canlılar, hatta bitkiler ve bütün tabiat Müslüman merhametinden nasibini alır.

Zira Müslüman kişi bilir ki Cenab-ı Hakk'ın bütün mahlukatı bir hikmete bağlı olarak yaratılmıştır. Onları korumak, güzel davranmak gerekir. Diğer taraftan insanın temasta bulunduğu canlı cansız her varlığın bir hukuku vardır ve mümin kişi bunu gözetir. İnkarcı ve zalimlere karşı vakur ve gerektiğinde şiddetli olmak de bu hukukla ilgilidir ve İslam merhametine aykırı değildir.

(Ahmed b.Hambel,el-Müsned. Heysemi, Mecmau'z Zevaid))


32."Ne mutlu o kimseye ki, kendi kusuru başkasının kusurlarıyla uğraşmaktan onu alıkoyar."

İyilik ve ihsanda mümin kardeşlerimizi kendi nefsimize tercih etmemiz öğütlendiği gibi, ayıp ve kusur bulmada kendimizi başkalarına tercih etmemiz tavsiye edilmiştir.Bu prensip Müslüman ahlakının esaslarından biridir.

Her bir mümin nefsini kötü huylarından arındırmakla, kendini ıslah etmekle yükümlüdür. Bu çaba içindeki kişi, kendi kusur ve ayıplarının farkına varmış demektir. İç dünyasını daima gözlem altında tutmaktadır. Mümin kardeşlerinde bir kusur ve ayıp görüldüğünde bilir ki aynısı veya benzere kendisinde de var. Böylece başkalarını kınamaktan , insanlarla didişip durmaktan vazgeçer.

Bu mübarek hadis-i şerifte işaret buyurulan yüksek ahlakla, çirkinlik ve zulme teslimiyet birbirinine karıştırılmamalıdır. Müminlerin elbette iyiliğe sevk, çirkinlikten alıkoyma vazifeleri vardır. Başkalarının ayıp ve kusuruyla uğraşmak, müminler arasında olması gerekn kalbi bağa aykırıdır.

(Deylemi, Müsnedü'l Firdevs. Suyuti, El Camiu's Sağîr)

33."Müslümanların işini önemsemeyen onlardan değildir."

Müslümanların birbirine karşı hak ve vazifeleri, Cenab-ı Hakk' ın beyan buyurduğu kardeşlik bağı çerçevesinde şekillenir. Kardeşlik bağının temelinde ise sevgi vardır. Nitekim müminlerin birbirini sevmesini emir ve tavsiye buyuran pek çok hadis-i şerif bulunur.

Seven bir insan, sevdiği için yapması gerekenleri canı gönülden yapar.Ona verdiği değerden dolayı ona ait işlere de değer verir. Hizmetini görmek külfet değil, zevk olur. İşte bir Müslüman da kardeşlerinin bir işi kendisine düştüğünde aynı duygularla hareket etmelidir. Kalbinde işini yaptığı Müslümana karşı hissedilir bir sevgi bulamasa bile, kardeşlik hakkı olarak ona önemsemeli , başından savmamalıdır. Nasıl mükemmel yapılabilecekse öyle yapmalıdır.

Müslümanlık bağının pek kale alınmadığı bu zamanda Cenab-ı Hakk' ın ve Rasûl-i Ekrem s.a.v. Efendimiz' in hatırına Müslümana yardımcı olmanın fazileti çok büyüktür. Özellikle kamu hizmeti görenler,Hz Peygamber s.a.v. Efendimiz' in bu ihtarı unutulmamalıdır.

(Taberani es-Sagîr,Heysemî , ez-Zevaid)

34."İnsanların hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır."

Yüce Dinimiz İslam, Cenab-ı Hakk'ın insana bahşettiği iyilikve güzelliklerin o bireyle sınırlı kalmasını istemez. İyilikler bütün topluma yayılmalı , Müslümanlar hep birden kurtuluşa ulaşmalıdır.

Bu prensibe göre her bir mümin kendine bahşedilmiş bulunan maddi manevi hayırları kardeşleri ile paylaşmalıdır.Bu bir fazilet yarışıdır ve bu yarışta en önde giden en büyük hayra erişmiş demektir.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz bir başka hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur. "Bütün insanlar Allah' ın ailesi durumundadır.Bu aile içindeki insanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır."Yine :"Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem , bana şu mescitte oturup bir ay itikafa girmekten daha sevimlidir." buyurmuştur.

(Ebu Ya'la el-Müsned,Heysemi,Mecmau'z Zevaid)

5."Müslüman o kişidir ki , diğer Müslümanlar onun dilinden ve elinden emniyettedir."

Bir Müslümanın taşıması gereken en önemli özelliklerden biride güven verici olmaktır. Taşkınlık, arsızlık, hoyratlık, hak hukuk tanımamak Müslüman ahlakı ile bağdaşmaz. İslam kelimesinin işaret ettiği anlamlardan biri selamettir. Yani güven ve emniyet...

Müslümanın bir ahlaki erdem olarak da taşıdığı güven ve emniyeti en önce diğer Müslüman kardeşleri hisseder. O, ne kardeşlerinin yüzüne veya gıyabında incitici sözler söyler ne de kimsenin malına , canına zarar verecek şeyler yapar.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz , bu mübarek beyanı ile , huzurlu bir toplum hayatı için son derece önemli olan birbirine güven duymayı ve emniyetli olmayı , Müslüman olmanın unsuru olarak tarif eder. Buna göre hakiki Müslüman ,kendisinde zarar görülmeyen kişi demektir.

(Müslim, İman , Ahmed b.Hanbel,el-Müsned)

36."Babaya itaat Allah' a itaattir."

Dinimiz, Cenab-ı Hakk'a itaatten sonra ,ikinci olarak anne babaya itaati emreder. Ebeveynine asi evlat, Allah' a isyankar kabul edilir. Zira o evlat için o anne babaya Cenab-ı Hak seçmiştir. Anne baba hakkı öyle büyüktür ki, Cenab-ı Hak kendi hakkının peşinden hemen sonra onların hakkını zikretmiştir.

Bu mübarek hadis-i şerifte özellikle babaya itaatin Allah' a itaat olarak beyan buyrulması , hem sosyal hemde psikolojisine dair bir hakikatle irtibatlı olarak düşünülebilinir. Şöyle ki:Anne daha ziyade şefkat ve merhameti, baba da otoriteyi temsil eder. Aile hayatında baba otoritesine isyan hali , bütün hayat içinde Cenab-ı Hakk'ın mutlak otoritesine teslimiyeti , emir ve yasaklarına itaati engeller denilebilir. Yani psikolojik bir hakikat olarak insan cûzi ve sembolik otoriteye itaatle , külli ve hakiki otoriteye itaati öğrenir.

Diğer taraftan ,anne evladı için daha ziyade şefkat ve sevgi sunarken , baba emir ve yasaklarla iyiye, doğruya yönlendirmeye çalışır. Bu durum evladın gözünde anneyi daha sıcak ve yakın kılar. Dolayısıyla baba hakkını korumak, ona itaatkâr olabilmek için çaba gerekir.

(Münziri,et-Tergib ve't Terbit. Ali el Müttaki ,Kenzü'l Ummal)

37."Alimlerin abidlere üstünlüğü, benim sizin en alt derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir."

Yüce Dinimiz ilme, bilgiye, öğrenmeye gerçekten büyük önem vermiştir. Pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte ilim ve alimler övülmüştür. Bu mübarek hadis-i şerif de bunlardan biridir.

Alimin abide , yani çok ibadet edene üstünlüğün sebebi şudur: Abidin ibadeti sadece kendi hayrınadır. Amelleri yine kendisi içindir. Fakat alim böyle değildir. Onun ilmi sadece kendisine değil, başka insanlara da yarar sağlamaktadır. Onların da Hakk'ı hakikatı tanımalarına , haramı helali bilip istikamet üzere yaşamalarına vesile olmaktadır.

Burada sözü edilen alim , sadece bilen değil, bildiği ile amel eden ve birde bildiklerinden insanları faydalandıran kişidir. Zaten İslam alimi dendiği zaman , bilgili olmakla birlikte takva sahibi, salih insan anlaşılır. Aksi halde sureti alim , sireti cahil demektir ki, bu hal reddedilmiştir.

(Tirmizi, İlim.Suyuti, el_Camiu's Sagir)

38."Güzel sözler sadaka yerine geçer."

Sadaka en genel anlamıyla iyilik yapmak maksadıyla bir şeyler vermektir ve bilinenin aksine kapsamı son derece geniştir. Hatta müminin bütün hayatının sadaka etrafında şekillendiği bile söylenebilir. Çünkü selam vermekten güzel tebessüme , ihtiyacını gidermekten bilmediğini öğretmeye kadar , her an bir insana yapabileceği sınırsız iyilik vardır ve bütün bunlar sadaka olarak anılır, kıymet kazınır.

Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz bu mübarek hadis-i şerifinde bize, bütün sadaka çeşitleri arasında güzel sözün önemini bildiriyor. İslam ahlakının prensiplerinden biri olan güzel sözlü olmayı teşvik ediyor. Fakat dalkavukluk ve yaltaklanma, birini yüzüne karşı övme ve abartılı itiraflar güzel sözle karıştırılmamalıdır. Böyle hareketler Müslümanların vakarı ile bağdaşmaz.

Bu hadis-i şerifi şöylede anlamak mümkündür. Yoksul fakat gönlü iyilik ve merhametle dolu müminler, mal mülk bakımından iyilik yapmaya imkan bulamayınca üzülmemeli ve sadaka vermenin sevabına başka yönden ulaşmalarının mümkün olduğunu bilmelidir.

(Buhari,Cihad. Müslim ,Zekat)

39."Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; sevindiriniz, nefret ettirmeyiniz."

Bu mübarek hadis-i şerifte Hz.Peygamber s.a.v. Efendimiz insanlarla münasebette daima hatırlamamız gereken bir prensibi öğretiyor. Bu öyle bir prensip ki, dinimizi tebliğden eğitime ,aile hayatından ticarete , hayatın bütün alanlarını insani ve yaşanılır kılmak buna bağlı.

İnsanlara zorluk çıkarmak, önüne engel koymak, baskı altına alıp manen ezmek, yüce dinimizin hem ruhuna hem de kurallarına aykırıdır. Rabbini tanıyan ve seven bir insan onun yaratıklarına zulmedemez. Kendi egosunu tatmin için bir başkasına maddi manevi acı veremez. Aksine Cenab-ı Mevla' nın yarattığı, hayat ve rızk verdiği ne varsa onlara hizmeti vazife bilir, bunu gönülden yapar.

Özellikle dini tebliğ ve eğitimle uğraşanlar, işi zora koşmamak, öğrenmeyi ve uygulamayı teşvik edecek yöntemler bulmak zorundadırlar. Bu kişiler , gerekiyorsa psikoloji ve pedagoji bilimlerinden destek almalıdır. Baskılayarak, gererek, nefret ettirerek eğitim ve inşa olmaz. Böyle tavırlar insani ve İslamı değildir.

(Buhari, Edeb.Müslim,Cihad, Ahmed el-Müsned)

40."İlmin esirgemesi helal olmaz."

Yüce dinimiz İslam, ilme ve alime büyük değer verdiği gibi, ilmin öğretilmesine , bilginin usulünce paylaşılmasına da büyük önem vermişlerdir.

İlim , Cenab-ı Hakk' ın ilim sıfatının ve mübarek "Alim" isminin bir tecellisidir. Kişinin kendi azim ve gayretinden daha ziyade ilahi bir lutüf, bir atiye-i sübhanidir. O halde alimin , ilmiyle mağrur olarak üstünlük taslaması ve ilmini saklaması doğru değildir. Cenab-ı Hakk'ın bu lütfunun bir lüzumu olarak o ilmi insanlara aktarması, insanlığın hizmetine sunması gerekir.

Cenab-ı Mevlamız insanlığın hayra doğru gelişmesini , dünya ve ahiret mutluluğunun gerçekleşmesini ister. İnsana bahşettiği bilgiler, öğrenme ve bilgiyi kullanma yeteneği hep bu yüzdendir. İlmin esirgenmesi cehaletin , kötülüğün ve kabalığın artmasına sebep olacağından, bu hikmete aykırıdır.

Diğer taraftan , ilmin layık olana öğretilmesini emir ve tavsiye eden nebevi uyarı da dikkate alınmalıdır. Zira zalimin ve ahlaksızın elindeki bilgi , nice cinayetlere sebep olan bir silahtır. Bu durumun önüne geçilmesi de Müslümanın vazifeleri arasındadır.

(Deylemi, Müsnedü'l Firdevs.Suyuti, el-Camiı's-Sagîr)

Allah razı olsun..

Kaynak: Semerkand